İBRAHİM ALTUNCU
Küresel siyaset yeni bir aşamaya giriyor. Bir bakıma dünya yeniden formatlanıyor. “Sistem geri yüklenirken” medeniyetler çatışması olarak kategorize edilen mevcut siyaset artık farklı bir morfoloji geliştirmek, yeni bir kalıp içine girmek durumunda.
O çok beklenen “Kutsal Milenyum”un gözde “nesnesi” İslâm’dı. Yeni tehdit algısı içinde ilk sıraya yükselen İslâm, medeniyetler arası rekabetin kavşak noktasıydı. Dünya kapitalizminin önünde duran son duvar da “ötekileştirme” ideolojisi eşliğinde gerekirse zor kullanılarak yıkılmalıydı.
Gelinen bu aşamada ABD bir efendi-jandarma misyonu ile hareket ediyor. 19. Yüzyılın sonuna kadar esamisi okunmayan ABD ile biz de tarih derslerinde hâlâ çocuklarımıza ezberlettiğimiz Wilson Prensipleri aracılığıyla tanıştık. Bir klasik çağın bitişini ve coğrafyanın darmaduman edilerek paylaşımın yeniden ikamesini sağlayan I. Dünya Savaşı batılı aktörlerin arzuladıkları jeopolitik şartları oluşturması ile sonuçlandı. Osmanlı Türkleri tarihten kovalandı. Doğunun ve Ortadoğu’nun hazinelerinin Batının kesin tahakkümü altına girmemesi için hiçbir sebep kalmamıştı.
Ama ne var ki, barbar Germen kavminin Bavyeralı boyu ile Yarı Tanrı Japon İmparatoru yeni süreçte oyunbozan “rol”üne soyundular. Führer dünyayı “ebedi Germanik nizama” boyun eğdirme peşindeydi.
Yüce Nippon Güneşi ise Pax Nipponica sayesinde “Büyük Asya Refah Alanını” kurarak dünyanın hakimi olacaktı.
Sonucu biliyoruz. II. Dünya Savaşı’nın bir silindir gibi ezip üzerinden geçtiği Almanya ve Japonya hızla silahsızlandırılmış, ordu kurmaları yasaklanmış, ekonomileri vesayet altına alınmıştı.
Totaliter düzen arayışları insanlık tarihinin her aşamasında var oldu, var olmaya devam edecek. Irak’ı işgal eden ABD başkanı da Haçlı Seferinden söz ediyor, insanlığı kurtarmaktan dem vuruyor. Vazedilen dünya düzeninin kabul görmediği hiçbir kara parçasının kalmaması yeni emperyal patronajın temel amacı. Oysa tarih yeni sömürgecilerin planlarına uymayacak kadar kurnaz ve vefasız. Dünyaya nizamat verme davasının kabul edilebilir gerekçeleri yok ve yeni sömürgeciler hiçbir şekilde “büyük devlet” reflekslerine sahip değiller.
ABD’nin önünde artık içinden çıkamayacağı karanlık dehlizlerle, patikalarla dolu yeni bir dünya tasarımı var. Bu yeni dünya tasarımı temelde küresel senyorajın kendi arasındaki çelişkilerin yarattığı giderek yaklaşan büyük buhranın bir eseri.
ABD’nin beyni kaslarından besleniyor
ABD savaşın yarattığı bir ekonomiydi. Daha II. Dünya Savaşı bitmeden, 1944’te Breton-Woods Konferansı ile savaş sonrası dünya ekonomik düzeninin kararları alındı. Bu kararlar ABD için tartışmasız biçimde dünya hegemonyasına giden yolu açtı. Toplantı Dünya Bankası ve IMF’yi doğurdu. Bu bir bakıma günümüze kadar süren yeni sömürgeci ekonomik düzenin ortaya çıkışıydı. Altın karşılığı oluşan küresel kur düzeni, bu kararlarla birlikte altın rezervinin dolar karşılığı olarak belirlendi. Böylece dolar başat ekonomik değer, dolar paritesi ise küresel belirleyici eşik değer haline geliyordu.
Amerikan ekonomisi Soğuk Savaş düzeni içinde muazzam askeri gücünün yarattığı korku rejimi ile 40’lı yıllardan beri dünyanın bir numaralı ekonomisi olmayı sürdürüyor. ABD tarih içinde belli bir zaman diliminde askeri gücü ile ekonomisi arasında stratejik korelasyon kurmayı başaran imparatorlukların son zirve örneği. Ancak dedik ya, tarih kurnaz ve vefasızdır; beyni giderek kaslarından beslenen yapılar için her an bir şaka kurgulayabilir.
ABD aslında 1980’lerde yapısallaşma sinyalleri veren, ancak birtakım hızlı ve etkili tedbirler yoluyla 2000’li yılların başına kadar ötelenen gizlenmiş arızalar ve hastalıklarla karşı karşıyaydı. Ekonomi yönetimi 2000’li yılların başında yaşanmaya başlayan dramatik durgunluğu aşmak için olağanüstü finansal genişleme yoluna gitti. Hemen ardından Irak’a saldırdı. İçeride gelişmekte olan enflasyonist baskıya, küresel sarnıçlarda doların rezerv para olarak kalması ve değerinin korunması yoluyla cevap verdi. Finansal araçlar kullanarak cari açığını yamamaya çalıştı ve böylelikle ekonomisine yapay bir canlılık sağladı. Küresel finansman ithal edebilmek için bu finansal atmosferi bütün dünyaya yaydı. Ancak gelinen noktada mortgage krizinde somutlaşan olağanüstü bir stagflasyon ortamına düştü. Amerikan ekonomisi giderek karnı şişen hasta bir adama benziyor. Yapay şişirilmiş piyasalar konut krizi ile giderek tıkanma yolunda. İçeride krediler yoluyla fonlanacak bir talep de kalmamış durumda. Merkez Bankası’nın faiz oyunları ile gazını almaya çalıştığı bu ekonominin kan dolaşım sisteminde tıkanma başladığında savaş çıkarmanın da ABD finans-kapitalizmini kurtarması mümkün olamayabilir.
Dünya 1929 buhranına ya da 70’lerdeki büyük petrol krizine benzer yeni bir yıkıcı küresel ekonomik krizle karşı karşıya bırakılıyor. Hiç kuşku yok ki bu kriz dünyayı yeniden formatlamak isteyen güçler tarafından tetikleniyor.
Tarih… şimdi, yine, yeniden
ABD’nin II. Dünya Savaşının ardından Sovyetler tarafından dengelenmeseydi dünyaya neler yapabileceğini hiç düşündünüz mü? Bereket ki, Sovyet gücü Avrupa’nın ve dünyanın diğer bölgelerinin ABD tarafından “ham” yapılmasını engelledi. İşte 1989’da köhne Sovyet düzeni çöktükten sonra ABD’nin eserleri ortada. ABD 1989’da tek kutuplu düzenin kuruluşundan bu yana dünyanın herhangi bir yerindeki herhangi bir sorunu çözebilme şansına sahip olamadı. “Büyük devlet refleksi” gösteremedi ve giderek dünya üzerindeki bütün güvenilirliğini yitirdi. Bugün dünya yeni aktörlere gebedir. Yaşadığımız kriz de bu doğumun sancılarından başka bir şey değil.
George Soros kazanılanların hızla kaybedileceği bir döneme girildiğini söylüyor. 1990’larda Tarihin Sonu teziyle dünyayı ayağa kaldıran ve bir bakıma Yeni Amerikan Düzenini/Yüzyılını müjdeleyen Francis
Fukuyama, daha 20 sene geçmedi ki ABD’nin bütün dünyada gerileyeceğini savunmaya başladı. Küresel kapitalizmin çatışma ideologu Huntington’dan ise henüz ses yok. Öyle görünüyor ki tarih yeni başlıyor, yeniden başlıyor.
Küresel siyasetin sadece güç kullanımına dayalı olarak yürütülemeyeceği açıkça ortaya çıkıyor. Dünyaya demokrasi getirme yalanının tasfiyesi giderek daha mümkün hale geliyor. Ancak bu hiç de kolay olacağa benzemiyor: Devler yere kapaklanacağı zaman cüceler kaçacak delik arar.
Zaman hızla bir siyasi türbülansa doğru ilerliyor. Herkesin gözü kulağı Kasım ayındaki ABD başkanlık seçimlerinde. Çünkü bu vahşi bufalonun sağrısındaki her titreme dünyanın geleceği için çok önemli sayılıyor. Dünyanın esenliğini isteyen liberal eğilimliler Obama’nın ABD seçimlerini kazanmasını arzuluyorlar. Ama ben şimdiden “müjde”yi vereyim. Seçimleri ne McCain, ne Obama kazanacak; seçimleri Amerikan gizli devleti kazanacak. Beyaz Saray’ın McCain’e devredilmesinin ardından, Hillary’nin Obama için dile getirdiği senaryonun asıl yeni başkan için gösterime girmesi mümkünler çerçevesinde değerlendirilmelidir. Hasta ve yaşlı McCain’in “olası en uygun yöntemle” iktidarı “esas oğlan”a, yani ABD gizli iktidarının seçtiği temsilciye bırakması bile söz konusu olabilir. Bu nedenle dikkatleri McCain’in yakın ekibine yöneltmek doğru olacaktır.
Hem Obama’nın, hem de Hillary’nin Demokratların adayları olarak ortaya çıkarılmaları üzerinde düşünmek gerekiyor. Dünya hakimiyetini sürdürmek mecburiyeti olan bir ülkenin nereden çıktığı belirsiz, tecrübesiz
birine veya kifayetsiz muhteris bir kadına teslim edilmeyeceği ortadadır. Bu iki talihsizin görevi yıpranmış Neo-Con iktidarını sağlama almaktan başka bir şey değil. Oysa McCain’in karşısına şimdi çıkarılacak bir Demokrat John Kerry’nin seçimleri silip süpüreceğinden hiç şüphem yok. Bunu bilen ABD gizli iktidarı bu sefer gardını ters kuruyor. Böylelikle Bush’un ikinci seçilişinde yaşadıkları rezaleti önlemenin garantili bir yolunu buldukları anlaşılıyor. Bir tarafta ABD çıkarlarının şahin savunucusu, “Vietnam kahramanı” John McCain; öte yanda siyahi, dinsel inançları belirsiz, üstelik ahmak görünümlü Barack Obama.
“White-Anglosakson-Protestan” (WASP) olan, ırkçı bilinçaltına sahip ABD seçmeni Obama’ya nasıl oy verecek, verebilir mi? İslâm’ın kalbine savaş açmış bir iktidarın babası Müslüman birini kendine başkan yapacağını düşünebilmek olsa olsa bir siyaset ironisi olabilir. Nihayetinde bütün bu tartışmalar için hüküm cümlesi şu olabilir: Bir seçim sonucu ancak bu kadar profesyonelce “organize” edilebilir.
Yeni oyun teorisi, yeni savaş, yeni oyuncular
Küresel “intellect”in sağ ve sol lobu olan “İngiliz-Yahudi simbiyotik (Ortak yaşamsal) birliği”, AB ve Rusya dünya siyasetinde sürmekte olan oyuna ağırlığını koyan yeni oyuncular. Yerküre bir anlamda I. Dünya Savaşı öncesindeki geleneksel siyaset düzenine dönüş yapıyor. Klasik oyuncular olan İngiltere, Rusya, Almanya, Fransa ve Osmanlı coğrafyasının doğal varisi Türkiye tekrar sahne alıyor. ABD’nin politika üretme yeteneklerinin hızla dengelenmesi elzem hale geliyor. Bu süreç yeni oyuncuları, karşı oyuncuları arıyor. İşte bütün bu gelişmeler bazı ülkeler kadar bizi de zorluyor, terletiyor, titretiyor.
Bugün siyasi bahis kulislerinde Ortadoğu’da ipleri eline almış bir İngiltere üzerine 1’e 7 oynamaya hazır binlerce politika tüccarı, madrabazı, kumarbazı var. Böyle bir gelişmenin Ortadoğu’da güvenlik kaygılarını
ve küresel terör tehdidini belli oranda azaltabileceği düşünülebilir. Çünkü iplerin İngiltere’nin eline geçtiği bir Ortadoğu’da ABD’nin İran’ı kullanarak yeni bir politika inşa etmesi imkânsız hale geleceği gibi, İsrail konusunda da imam ile hahamın bir serinletici rüzgâr estirmeleri son derece mümkün ve akla uygundur.
İngiliz-Yahudi simbiyotik birliğinin dünya genelinde yeni bir oyun teorisi üzerinde çalıştığı anlaşılıyor. Bugün Irak dünya cehenneminin tam ortasıdır. Bu coğrafya küresel meydan okumaların, tilki siyasetinin en iyi sergileneceği yer. Ayrıca dünyanın bir numaralı meselesinin merkezi. Irak işgalinin bir başka önemli sonucu da ABD’nin dünya enerji idaresini eline geçirmesidir. İşte başta Avrupa olmak üzere bütün oyuncuların en temel korkulu rüyası bu. İşgal sürecinin son yılında hızla artan petrol fiyatları yeni enerji rejiminin bir göstergesi sayılabilir. ABD arzu ettiği her an İran’la gerilimi yükselterek petrole bağlı bütün dünya piyasalarını baskılayabilir. Manzara 1970 petrol krizindeki gibidir. Patlayan petrol fiyatları Avrupa ve hatta dünya hazinelerinde dolar stoklarını hızla eritebilir ve cebimizdeki doları Ortadoğu ülkeleri eliyle Amerikan hazinesine taşıyabilir. Bu amansız ekonomik çatışmanın sürdürülebilir tarafı kalmamıştır. Artan fiyatlar AB ülkelerinin enerji girdilerini zıplatırken, kesifleşen istikrarsızlık bölgede yıkıcı bir savaşı ve yeni yeni aktörleri çağırıyor sahneye.
Sun-Tzu yine mi haklı çıkacak?
2008 ve sonrasındaki birkaç yıl savaşmak için en kötü mevsimler. Hani “mevsimler de her türlü fenalığı yapmaya” mütemayilken herkes yeni bir savaşa girmeden vartayı atlatmaya bakıyor. Biri hariç: ABD. Çünkü ABD kapitalizmi kendini yeniden var etmenin tek yolunun savaş olduğunu biliyor. Savaşı sırtlayacak kim kaldı dünyada?
Oysa artık dünya ABD’ye bırakılamayacak kadar önemli bir gezegen. Eğer 1940’larda olsaydık farklı düşünebilirdik. Coğrafi ve ekonomik paylaşım gerçekleşirken lime lime dağınık Avrupa’nın yükselen Amerikan askeri ve politik gücü karşısında yapabileceği bir şey yoktu. Kıta Avrupası Truman Doktrini sayesinde kendini yeniden yapılandırmak zorundaydı. En nihayet, Avrupalılar Dördüncü Roma’yı ve “ayrımsız, imtiyazsız (!) boylar birliğini” kurduklarını düşünmeye başladıktan sonradır ki ABD hegemonyasına karşı adım atmak cesaretini bulacaklar gibi.
Yüzyıllar önce Sun-Tzu hiçbir ülkenin savaşın uzamasından kârlı çıkamayacağını söylemişti. “Uzun Savaş Doktrini”ni hayata geçiren Pentagon’un da, tüm geçmiş hegemonlar gibi, Irak’ta uzayan savaştan nihai olarak kârlı çıkması mümkün görünmüyor.
Bugün hızla II. Savaş sonrası yaratılan düzenin sonuna geliyoruz. Yakın vadede bu kargaşanın tarihi altüst edebileceğine, tarihe yeni bir su yolu, yeni bir akış rejimi getirebileceğine tanık olabiliriz. Glasnost ve Perestroyka’yı yeni çağın başlangıcı olarak sunan ve insanlığa özgürlük retoriği dolu mektuplar yazan “modern müjdeci azizler” dünyayı koskoca bir yalanla aldattılar. Soğuk Savaş reflekslerini üzerinden atamayan rejimler bu süreçte un ufak olup gitti. Şu anda olanca hızıyla süren yeni formatlama ile birlikte “masaüstünde kullanılmayan öğeler” de tarihin çöplüğüne gidecek. Yalan okşayışlı demokrasi rüzgârlarının estiği vadilerde ise bugün kan, kırım ve acının anıtları yükseliyor.
Sevgili dost’um ibrahim başarılarının devamını dilerim.